Star Trek: Discovery

The Mandalorian’dan gazla bilimum sitelerin “sen bunu sevdiysen şunu da seversin” önerilerinin ortak çıktığı yol Star Trek: Discovery.

Çocukluğunda anne ve babasının bir savaşta katledilmesi sonucu öksüz ve yetim kalan Michael Burnham kızımızı iyi kalpli bir Vulcan politikacısı olan Sarek evlat edinir. Bilenler bilir, bu Sarek aynı zamanda Spock’un da babasıdır; yani Michael Spock’un üvey ablası olur. Michael zamanla büyüyüp serpilir, Vulcan Bilim Akademisi’nden mezun olur ve Yıldız Filosu’nda kurmay subay olarak 2. kaptanlığa kadar yükselir. Annesi yerine koyduğu kaptanı Philippa Georgiou ile çıktığı bir seferde yaşananlar Federasyon’u Klingon’lular ile karşı karşıya getiren bir çatışmaya sürükler ve olaylar Michael’ı NCC-1031 şasi numaralı USS Discovery’nin güvertesine getirir. Üstüne 3 sezon dizi olur; 4’ü de bekliyoruz.

Star Wars domine kültürden biraz uzaklaşmak ve eski Star Trek hatıralarımı canlandırmak adına heyecanla başladığım diziyi vasat buldum diyorum ne yazık ki. Baştan bi heyecan ve güzel görsellerle başladı, spore-drive ve mycelium ağ üzerinden seyahat gibi orijinal bir konsept yakaladı derken… Paralel evren, alternatif gerçeklik ve zaman yolculuğunu işin içine katınca dizi Doctor Who’ya döndü. E, bunlar devreye girince malum, kimse tam anlamı ile ölmüyo, ileri-geri gidip kafana göre takılıyosun, yetmedi mi yan evrende dalavere çeviriyosun filan. Karakterler de ilk başladıkları hallerinden epey evrilince sonlara doğru… Hani, kafayı çok takmadan gidiyo da, öööle “bi solukta izledim” diyemiycem maalesef. Dizi Netflix’e ait olduğunu yine taşıdığı gereksiz LGBTİ+++ motiflerle süsleyerek burnumuza sokmaktan da geri kalmıyor.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir