Christian Bale‘in içinde Edgar Allan Poe geçen bir cinayet hikayesinde başrolü oynadığı filmi epeydir bekliyorduk; geldi en nihayet. Seyretmesi bugüne nasip oldu.

Sene 1830, mekan New York’un kuzeyi; West Point Askeri Akademisi civarı. Augustus Landor kulübesinde tek başına yaşayan, inzivaya çekilmiş bir dedektiftir; 2 yıl önce karısı ölmüş, ardından da tek kızı Matti de evden kaçmıştır. İşte bu ahval ve şerait içinde kendini alkole vuran Landor, okulda yaşanan şüpheli bir intihar vakasını aydınlatması için okul yönetimince West Point Askeri Akademisi’ne davet edilir. Okulda öğrenimini sürdürmekte olan edebiyata, özellikle de şiire düşkün harp okulu öğrencisi Edgar A. Poe ile birlikte okulun haysiyetini kurtarmak için şüpheli olayların peşinden gitmeye başlarlar.

Baştan söyleyeyim; bende o kadar büyük bir etki bırakmadı. Hani, kötü değil ama iyi de değil; vasat bir dedektiflik hikayesi. Ha, sonu bir sürpriz ile bitiyor mu; evet bitiyor. Ama sürpriz de “ben geliyorum ve de hatta şunun hakkındayım” diye film boyunca bangır bangır bağırıyor mu; evet bağırıyor. Sonunda işin çözülmesini sağlayan ipucu o kadar basit ki, hani bütün o diğerlerini inceden inceye planlayan şahıs nasıl bu kadar dangalakça bir şey yaptı demeden geçemedim. Bahsi geçen konular ve mekanlar ilgi alanınıza giriyorsa seyredin derim ama yardımcı karakterin Poe olmasının senaryoya en ufak bir katkısı yok; onu da bilin. Landor’la birlikte çalışan öğrenci pek de ala Poe değil de John Doe da olabilirmiş ama tabi o zaman da film bu kadar ilgi toplamazdı; alenen Poe’nun adı ile pazarlama yapmış kitabının yazarı. Hüsran demeyeyim ama beklentimin çok altı benim gözümle.

Bi tek Poe rolündeki arkadaşın Harry Potter’ın Dudley‘i olması inanılmaz.